TRAKYA ÜNİVERSİTESİ'NDE KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN ÖNLENMESİ KONUŞULDU

Trakya Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (TÜKSAM) tarafından organize edilen Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Paneli, Prof. Dr. Fehmi Yıldız Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi. Rektör Yardımcısı Prof. Ahmet Hamdi Zafer, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ayhan Gençler, Genel Sekreter Yardımcısı Ahmet Sezgin ile akademisyenler ve öğrencilerin katıldığı panelde Edirne ve Türkiye’de aile içi şiddet ve kadına yönelik şiddetin ulaştığı boyutlar ve şiddetin önlenmesine yönelik çözüm önerileri konuşuldu.

Panelde Hukuk Gözüyle Kadına Şiddet isimli bir sunum gerçekleştiren Edirne Barosu Kadın Hakları Komisyonu Üyesi Avukat Özge Hazır, Türkiye’de son üç yılda kadın cinayetlerinin sayısının arttığına dikkat çekti. Sunumu hazırlarken cinayete kurban giden kadın sayısının 371 olduğunu ama bugün bu sayının 383’e ulaştığını söyleyen Avukat Hazır, “Belki de ben bu cümleyi tamamlamadan bir kadın daha şiddet yüzünden aramızdan ayrılmış olacak. Keşke kadına şiddet olmasa ve biz burada şiddeti konuşmuyor olsak ama yapamıyoruz. Maalesef ne kadar çalışırsak çalışalım, kadınlarımızı korumakta yetersiz kalıyoruz. Ben bu mesleğe başlamadan önce televizyonların her şeyi abarttığını düşünürdüm. Ama bu mesleğe başladıktan sonra şunu gördüm ki gerçekler televizyonda gösterilenlerden çok daha korkunç ve acımasız. Bu durum dünyada da çok farklı değil. Birleşmiş Milletler’in sunduğu verilere göre her gün 137 kadın şiddete kurban gidiyor. Yani yılda 50 bin kadın, kendisini sevdiğini düşündüğü ve hayatını paylaştığı erkekler tarafından öldürülüyor. Bu rakamlar sadece öldürülen kadınlarımıza ilişkin rakamlar fakat bunun dışında teşebbüs aşamasında kalan cinayetler, yaralama ve cinsel saldırı vakaları var ve tespit edilmesi son derece zor psikolojik şiddet vakaları var. Biz şiddet deyince hep fiziksel şiddeti anlıyoruz ama aslında bazen kelimeler daha çok can acıtıyor. Kadınları çaresiz hissettiren her türlü davranış birer psikolojik şiddettir.” dedi.

Avukatlar ve Barolar Birliği olarak kadın hakları ihlallerinin insan hakkı ihlali olduğunu savunduklarını ifade eden Avukat Özge Hazır, Anayasa’nın eşitlik prensibi ve pozitif ayrımcılık ilkelerine dikkat çekti. 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un özümsenmeye ve uygulanmaya başladığını ifade eden Avukat Hazır, kanun hakkında bilgi vererek “Kanunun yalnızca kadınlara değil erkeklere de çok iyi anlatılması gerekiyor. Şiddete uğradığınızda en yakın karakola ya da savcılıklara giderek koruyucu ve önleyici tedbirlerden faydalanabiliyorsunuz. Daha ciddi vakalarda kimlik değiştirme tedbirine de karar veriliyor. Koruyucu ve önleyici tedbirlere uyulmadığı takdirde ihlali yapan hakkında hapis cezası verilebiliyor. Hukukun gözünde rızanın bittiği yerde suç başlar. Sizin rızanızın olmadığı yerde artık bir suç mevcuttur.” dedi.

Kadının Güçlendirilmesi Sürecinde Bağımsız Yaşam Becerileri Eğitimi isimli sunumunda kadın olmanın günümüz dünyasında başlı başına bir dezavantaj olduğunu ifade eden Trakya Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ergoterapi Bölümünden Dr. Öğr. Üyesi Sinem Salar, şiddet gören kadının dezavantajlarının fazlalaştığına dikkat çekti. Şiddet gören kadınların günlük yaşamlarında aktivite ve rollerini yeterli, sağlıklı ve memnun edici şekilde yerine getiremediklerini ifade eden Dr. Öğr. Üyesi Salar, “İş hayatına ve eğitime katılım, ev idaresi, ebeveynlik ve serbest zaman aktiviteleri gibi aktivitelerde zorluklar, para yönetimi, görevi başlatma, özgüven, sorunlarla baş etme becerileri, stres yönetimi ve kişiler arası ilişkilerde problemler, karar verme, problem çözme gibi üst düzey mental fonksiyonlarda zorluklar ile şiddetin travmatik etkilerinden dolayı şiddet gören birey toplumda bağımsız yaşamak için gerekli becerilerin eksikliğini ve dolayısıyla şiddet gösteren kişilere bağımlı olarak yaşamaya itmektedir. Şiddet gören kişilerin bağımsız bir yaşama adım atması için desteklemesi gerekmektedir. Verilecek destekler neticesinde kişilerin; kendi inisiyatiflerini almalarını, bağımsızlıklarını geliştirmelerini, sağlıklı ve üretici davranışı ile kendilerini gerçekleştirmelerini hedefliyoruz. Burada en önemli vurgu, otonomi. Herkes birbirinden farklı, herkes biricik, eşsiz. Bu kişinin ilgileri değerleri, hayattan beklentileri nedir? Buna kulak verip bu doğrultuda müdahale programları oluşturup kişinin bu yolda gitmesini desteklemeye çalışıyoruz.” dedi.

Kadın Sığınma Evleri’nde kalan kadınlara yönelik iş hayatına kazandırma ve istihdama katılmaları yönünde çeşitli çalışmalar gerçekleştirildiğini ifade eden Dr. Öğr. Üyesi Sinem Salar, “Kadın, bağımsız yaşamda yapması gerekenleri ve ayrıntıları öngörebilmeli, plan yapabilmeli, problem çözebilmeli, önden zihinsel bir pratik yapabilmeli. Bu çalışmaların kadın merkezleri ve halkevlerinde yapılması kadını bilinçlendirecek ve belki de kadın şiddet döngüsüne girmeden bu sorun çözecektir. Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan gelir. Mümkün müdür ki bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin.” dediği gibi ayakları yere basan, kökleri sağlam ama dalları göğe yükselen kadınlar olabilmemiz dileğiyle.” dedi.

Panelin moderatörlüğü de gerçekleştiren TÜKSAM Müdürü Doç. Dr. Cemile Arıkoğlu Ündücü, TBMM’de Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelenin Tarihi isimli konuşmasında sorunun çözümünü ekonomik, toplumsal, kültürel görmekle birlikte siyaset mekanizmasından ayrı düşünmediklerini ifade etti. Aile içinde yaşanan şiddetin terörizm ve savaş gibi büyüyen ve genişleyen biçimiyle kendini göstermekte olduğunu belirten Doç. Dr. Arıkoğlu Ündücü, “Terörün dini ve milleti olmadığı gibi kadına dair şiddet de belli bir eğitim ve kültür seviyesi aramamaktadır. Sevgi, saygı, coşku gibi değerler üzerine inşa edilmek istenen aile kurumuna, kin ve nefret gibi duygular hakim olmakta ve yaşam tarzına dönüşmektedir. Tarihin arka planına bakıldığında niçin kadını ötekileştiren bir olgu ortaya çıktı? İlk Çağ’ı biz anaerkil bir çağ olarak yorumluyoruz. Savaş araç-gereçlerinin üretimine geçilmesi ve doğa mekanizmasının tanımlanmaya başlanması toplumu ataerkil bir yapıya doğru evirmiştir. Tarihsel aşamada baktığımızda Antik Yunan’da kadınlar, siyasal hayat ve kurban ayinlerinden dışlanmıştır. Hukuk yönüyle öne çıkan Roma’da dönemin hukukçuları, zihin zayıflığı ve çelimsizliği sebebiyle kadınlar hakkında en ufak bir tanım önermemiştir. Orta Çağ Avrupası'na baktığımızda Florasanlı Paola da Certaldo diyor ki ‘İster iyi olsun ister kötü, bir kadının bir sahibe ve efendiye, bazen de bir sopaya ihtiyacı vardır.’. Modernleşen 15. ve 16. yüzyıla gidildiğinde pek çok kadın, şeytanla iş birliği yaptığı ithamı ile öldürülmüştür. Kraliçe Elizabeth ve I. James döneminde aynı ithamla kadınlar yakılarak öldürülmüştür. Bu dönemde Avrupa’da yaklaşık 90.000 kadının canlı canlı yakıldığı ifade edilmektedir. Yine Eski Mısır’da Firavunlar kız kardeşleriyle evlenebiliyorlardı. Eski İran’da da kız kardeş, anne gibi kan yakınlığının bir saygınlık ifade etmediği görülmektedir. Babil’de kadın, evcil hayvanlarla eşit tutulmuştur. Eski Hindistan’da kadınlar, ölen kocalarının cesedi ile canlı canlı yakılmış ve yaşam hakları ellerinden alınmıştır. Uzak Doğu’da ve Çin’de kadınlar insan olarak kabul görmemiş, tıpkı Arap toplumlarındaki gibi isim koymak yerine numaralandırılmıştır. Arap toplumlarında kız çocukları diri diri gömülmüş, istenildiği kadar kadına sahip olunmuştur. Hocalarımızın bize aktardığına göre ise Türklerde kadın, önemli bir varlık olarak kabul edilmiştir. Türk kadını ata biner, ok atar ve hatta savaşırdı. Miras gibi medeni haklarda erkekle eşit görülmüş ve yönetim kademelerinde bulunmuşlardır. Şamanist inancın içeriğine baktığımızda kadının erkeğe göre bir üstünlüğü olduğunu görmekteyiz. 17. Yüzyıl Modern Avrupa’nın Aydınlanma düşüncesinde Rousseau diyor ki ‘Kadınlar erkekleri mutlu etmek için vardır.’, Diderot ‘Kadınlar, şehvet ve eğlence için yaratılmıştır.’ ve Montesquieu ise ‘Kadınlar çekiciliklerini kullanırlar.’ demiştir. Bunlara karşı çıkanlar da var. Örneğin Dante ve Shakespeare kadın haklarından ilk kez bahsediyorlar.” dedi.

Fransız Devrimi ile kadınlara yönelik algının değişmeye başladığını, Sanayi Devrimi ile kadının toplumda yavaş yavaş yer edinmeye başladığını ifade eden TÜKSAM Müdürü Doç. Dr. Cemile Arıkoğlu Ündücü, II. Dünya Savaşı sonrası siyasi ortam ve yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan kadın hareketleri ile kadına yönelik şiddet konusunun gündeme geldiğini belirtti. Birleşmiş Milletler’in 1975 yılında Mexico City, 1980 yılında Kopenhag ve 1985’de Nairobi’de gerçekleştirilen Dünya Kadın Konferansı ile kadın hakları ve bu haklara yönelik ihlallerin dünya gündemine taşındığını ifade eden Doç. Dr. Arıkoğlu Ündücü “1993 yılında Viyana’da gerçekleştirilen Dünya İnsan Hakları Konferans’ında kadının hakları tüm BM insan hakları belgelerine girmiştir. 1994 yılında BM İnsan Hakları Komisyonu şiddet konusunu derinlemesine inceleyecek bir özel raportör atamıştır. 1995 yılında Pekin’de gerçekleştirilen Konferans’ta katılımcı ve katılanların çeşitliliği artmıştır. Bu dönemde tüm görsel ve yazılı yayınlar, kadın sorunlarına kulaklarını tıkamamıştır. Türkiye de Pekin Deklarasyonu ve Eylem Planı’nı çekince koymadan imzalayan ülkeler arasındadır. Haziran 2000’de New York’ta düzenlenen BM Genel Kurul Pekin +5 Özel oturumunda, bir önceki konferansın taahhütleri incelenmiş, kadına yönelik şiddetin tanımı genişletilmiştir. Türkiye’nin önerisiyle ‘namus suçları’ ve ‘zorla evlendirilme’ başlıkları ilk kez uluslararası bir antlaşma metnine girmiştir. Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nde (CEDAW 1985) şiddet için ayrı bir başlık açılmayarak ayrımcılık kapsamında değerlendirilmiştir.” dedi.

Türkiye’de kadına yönelik şiddete karşı mücadelenin 1987 yılında Çankırı’da bir kocanın hamile eşini dövmesi ve “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin.” gerekçesiyle şiddet uygulayan kişiye ceza verilmemesi neticesinde Çankırı Adliyesi’nde 28 avukatın itirazı ile başladığını belirten Doç. Dr. Arıkoğlu Ündücü “Bu dönemle birlikte pek çok kampanya başlatılıyor. 1998 yılında yayınlanan ‘Bağır! Herkes Duysun’, kadınların tanıklıklarına ve feministlerin şiddeti ile çözümlemeye dönük analizlerine yer veren ilk yayın olma özelliği taşımaktadır. 1989’da Ankara’da başlayıp İstanbul’da devam eden ‘Bedenimiz Bizimdir-Cinsel Tacize Hayır’ kampanyası, İstanbul’da ‘Mor İğne’ dağıtılması çok ses getiren hareketler olmuştur. Kadına karşı şiddeti engellemeye çalışan hareketler, 1980’li yıllarda devlet mekanizmalarına karşı mücadele ederken 90’lı yıllarda devlet mekanizmaları ile iş birliği halinde kadına karşı şiddete karşı mücadele etmeye başlıyor.” dedi.

TÜKSAM Müdürü Doç. Dr. Cemile Arıkoğlu Ündücü, konuşmasının son bölümünde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kadına yönelik şiddetin önlenmesi çalışmalarının ve 8 Mart 2012’de kabul edilen 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un hazırlanış ve kabul ediliş süreçlerini siyasi partilerin perspektiflerinden ele aldı. Panel, soru cevap bölümü ile son buldu.


Haber: Fırat Güngör
Editör: Sertan Atasoy
Fotoğraf: Mustafa Topyanak
Bu içerik 16.12.2019 tarihinde yayınlandı ve toplam 597 kez okundu.