Trakya Üniversitesi ve İslami Araştırmalar Vakfı (İSAV) iş birliğinde Balkan Kongre Merkezi’nde düzenlenen Uluslararası Edirne’de Tasavvufi Hayat ve Hasan Sezâî-yi Gülşeni Sempozyumu’nun açılış oturumunda birbirinden önemli konular değerlendirildi.
Edirne’nin tasavvufi mirası ve şehrin manevi mimarlarından Hasan Sezâî’yi konu alan sempozyumun açılış oturumu Balkan Kongre Merkezi’nde önlemlere uygun olarak yüz yüze gerçekleştirildi. Sempozyum Düzenleme Kurulu Başkanı Prof. Dr. Cevdet Kılıç ile Doç. Dr. Nurullah Koltaş’ın başkanlığını yaptığı açılış oturumunda İstanbul Sebahattin Zaim Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz, Tetova Devlet Üniversitesinden Prof. Dr. Süleyman Baki, Araştırmacı-Yazar Abdullah Akın, Gümüşhane Üniversitesinden Prof. Dr. Selami Şimşek ile Dokuz Eylül Üniversitesinden Prof. Dr. Himmet Konur konuşmacı olarak yer aldı.
Konuşmasında “vefa” kavramının üstünde duran İSZÜ İslami İlimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz “Elest bezminde insanoğlu, Allah’a bir söz vermiştir. İnsanoğlunun görevi bu ahde bağlı kalmaktır. Varoluşla başlayan bu misak algımıza uygun olarak yaşadığımız coğrafyanın vatan toprağı haline getirilmesini sağlayan gönül erlerimize vefa borçluyuz. Çünkü bir coğrafyanın fethi iki şekilde olur. Birincisi mücahit ve askerlerin fiziki mücadeleleriyle, ikincisi gönül erlerinin fethedilen yerdeki insanlara dokunarak onların gönüllerini dine, birlik ve beraberliğe açmasıyla olur. Bu ikisinden biri eksik olursa o fetih değildir. Yerlerin ve gönüllerin fethi birlikte olmalıdır. Sembol isimlerle anılan irfan geleneğimiz, insan gönüllerine nakış nakış dokunarak bu fethi tamamlamışlardır. Bu bölgelerin İslamlaşmasında bu velilerin çok önemli bir yeri vardır.” dedi.
Balkanların İslamlaşmasının tarihimizin önemli konularından biri olduğunu söyleyen Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz “Balkanlar ve Anadolu coğrafyasında yaşayan insanların vefa adına çok ortak noktası vardır. 1950 yılından sonra Balkanlardan coğrafyamıza gelen kişiler hocalık yapmıştır ve Türkiye’ye büyük bir vefa borcu ödemişlerdir. Osmanlı Devleti nasıl ki bu coğrafyanın fethinde bir vefa göstermişse bu coğrafyada yetişen çocuklar da Türkiye’de yaptığı çalışmalarla büyük hocalar yetiştirmiş ve bize olan vefa borcunu ödemişlerdir. Dolayısıyla bizim kullandığımız literatürde Balkan coğrafyası gönül coğrafyasıdır. Bizler bu coğrafyaya gönülden bağlı olduğumuzun bilincindeyiz ve bu coğrafyalarla bizim ilişkilerimiz daha çok gönül merkezlidir.” şeklinde konuştu.
Balkan coğrafyasında yetişen Osmanlı âlimlerinden örnekler vererek konuşmasına devam eden Prof. Dr. Yılmaz “Balkanların Türklere, Türklerin Balkanlara manevi anlamda çok önemli katkıları olmuştur. Bunu bir hadise aktararak örneklendirmek istiyorum. 93 Harbi’nde Gazi Osman Paşa, 3 ay boyunca Plevne’yi savunmuştur. Fakat Paşa’ya destek de gelmeyince artık son noktaya geliyor ve Erkân-ı Harbiyesi’ni topluyor. Diyor ki ‘Beyler, paşalar üç aydır muhafaza ediyoruz ve destek de gelmedi. Dolayısıyla tükendik. İki şansımız var ya teslim olacağız ya da bir yarma hareketi ile şehri terk edeceğiz. Hangisini istiyorsunuz?’ Askerler de diyor ki ‘Biz Osmanlıyız, bize teslim olmak yakışmaz, şehri terk edelim.’ Paşa da ‘Peki fakat ben bunu Bulgarlara da söylemek zorundayım.’ diyor. O zamanlar 70 bin nüfusu olan Plevne’nin 30 bini Bulgar’dır. Paşa, Bulgarlara durumu anlatıyor ‘Sizi koruyamadık, bu çuvallar sizden aldığım cizyelerdir, onları size geri veriyorum.’ Bulgar diyorlar ki ‘Bizi bırakıp nereye gidiyorsunuz? Biz de sizinle geliyoruz.’ Ertesi sabah bütün halk şehri terk etmek için yola çıkıyorlar. Köprüden geçerken ağırlıktan dolayı köprü çöküyor. İşte bu Osmanlı’nın farklı din ve ırklara gösterdiği hoşgörünün, vefanın muhteşem bir örneğidir. Buradaki insanların da ona teşekkürün çok önemli karşılığıdır. Bizim bu topraklardaki 500 senelik mevcudiyetimiz kolay olmamıştır. Farklı kültürlerle birlikte yaşama anlayışımız bizi bu topraklarda 500 sene egemen kılmıştır.” cümleleri ile konuşmasını sonlandırdı.
Sempozyumun davetli konuşmacılarından biri olan Kuzey Makedonya Tetova Devlet Üniversitesinden Prof. Dr. Süleyman Baki, Balkanların İslamlaşmasında Sarı Saltuk gibi gönül erlerinin fiziki fetihten önce kalplerin fethini gerçekleştirmesinin İslam kültürünün Balkanlarda oluşmasında ve devam etmesinde rol oynayan en önemli hususlardan bir tanesi olduğunu dile getirerek “Önce kalplerin fethi hususu sadece Balkanlarda gerçekleşmedi, bu İslam kültürünün bir özelliğidir. Gerçek manada Balkanların İslam kültürüyle tanışması Arap tüccarların Balkan coğrafyasına kadar gelip hem ticari anlamda hem de insani ilişkiler kurması İslam’ın Balkanlarda tanınmasını sağlamıştır. Balkanlarda, Osmanlı öncesinde birçok caminin bu anlamda inşa ediliyor olması ve isimlerinin Arap cami olarak ifade ediliyor olması bunu bize göstermektedir.” dedi.
Sarı Saltukların Moğol istilasından uzaklaşarak Balkanlara gelmeleri ve bu dervişlerin ehl-i sünnet anlayışını yaymalarının Osmanlı Devleti’ne bir ön hazırlık olduğunu söyleyen Prof. Dr. Baki “Bugün Balkanlarda hala devam eden dergâhlar ve tekkeler Sarı Saltuk’tan ve Osmanlı Devleti’nden bizlere yadigâr kalmıştır. Tasavvufi anlayışın ve düşüncenin yaşatılması bu silsilenin ne kadar sağlam ve temellerinin ne kadar güçlü bir şekilde atıldığının güzel bir göstergesidir. Bu dergâhlar ve tekkeler geçmişteki gibi bugün de hala çok önemli şahsiyetler yetiştirmektedir. Bir Üsküp evladı olan İstanbul’da vefat eden Yahya Kemal Beyatlı’nın yetişmesinde, ilk şiirlerini yazmasında onun hocası olan Şeyh Saadettin Sırrî’nin ve dergâhının önemi büyüktür. Dolayısıyla Balkanlar demek tasavvuf demektir.” ifadelerini kullandı.
Açılış oturumuna çevrim içi olarak katılan, önemli dizi ve filmlerin senaryosuna imza atan Edirneli Araştırmacı-Yazar Abdullah Akın konuşmasında “Edirne’miz tasavvufi açıdan Rumeli ve Anadolu arasındaki en önemli köprülerden birisidir. Rumeli’ye iştirak etmiş hemen hemen bütün silsilelerin yolu Edirne’den geçmiştir. Edirne bu konuda bir hayli zengin bir tasavvufi coğrafyaya sahiptir. Burada yaşamış olan şahsiyetler, bizlere bir hayli önemli eserler bırakmışlardır. Edirne’de yetişmiş, bizlerin yeni yeni farkına vardığımız, divanlarını yeni incelemeye başladığımız, edebi çalışmalar sayesinde eriştiğimiz birçok önemli şahsiyet vardır. Umarım bu sempozyum, önümüzdeki çalışmalarda Edirne’nin tasavvufi zenginliğine dair daha güzel daha etkili ve geniş çaplı araştırmalara vesile olur.” ifadelerine yer verdi.
“Dünden Bugüne Hasan Sezâî Şerhleri ve Sezâî’nin ‘Sarây-ı Lî-Ma‘Allah Gönüldür’ Matlalı Gazeline Bir Şerh Denemesi” isimli bildirisi ile açılış oturumuna katılan Gümüşhane Üniversitesinden Prof. Dr. Selami Şimşek “Her şehrin bir gönül kutbu vardır. Konya’nın Mevlana, Nevşehir’in Hacı Bektaş-ı Velî, Kırşehir’in Ahi Evran… Edirne’nin de Osmanlı’nın Hâfız-ı Şirâzî’si olarak da nitelendirilen Hasan Sezâî-yi Gülşenî’dir.” dedi.
Şerh kelimesinin sözlük ve terim anlamlarından bahseden Prof. Dr. Selami Şimşek, Hasan Sezâî-yi Gülşenî’nin tasavvuf edebiyatında Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bayram Velî ve Niyazi Mısrî gibi eserlerine ve nutuklarına şerhler yazılan sufilerden biri olduğunu dile getirerek Hasan Sezâî-yi Gülşenî’nin divanı ve şiirleri üzerine yapılan çalışmalardan bahsetti. Şimşek konuşmasını “gönüldür” redifli gazele yönelik gerçekleştirdiği şerh ile sonlandırdı.
Açılış oturumunun son konuşmacısı olan Dokuz Eylül Üniversitesinden Prof. Dr. Himmet Konur “Tasavvufta Mektûbât Geleneği ve Hasan Sezâî’nin Mektupları” isimli tebliğini sundu. Hasan Sezâî’nin hayatı hakkında bilgiler vererek konuşmasına başlayan Prof. Dr. Himmet Konur “Bugün yaşadığımız hâkim medeniyete bakıyoruz ki bir balığı kurtarmak için büyük fedakârlıklar yapıyor. Öte taraftan da bakıyoruz milyonlarca insanın canını küçük menfaatler uğruna hiçe sayıyor. Bizim medeniyetimiz her ikisi içinde sonsuz merhamet, şefkat ve fedakârlığı göze alabilen insan yetiştirmeyi hedefliyor. Bizim medeniyetimizin bazı kalıpları var, eğer bunları hayata geçirebilirsek ümitvâr olmaya devam ederiz. Eğer siz düşünce dünyanızı sağlam temeller üzerine inşa ediyorsanız bu düşünceler kalıcı olur. Bu kültür ve medeniyet için de öyledir. Bunun için büyük düşünürlerimize Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Velî, Mevlana ve Hasan Sezâî gibi şahsiyetlere sahip çıkmak gerekir. Gönül adamı, ahlak adamı olmak için de bu kişileri yakından tanımamız gerekmektedir. Ne mutlu ki bizim büyük bir vatanımız var, büyük mezarlarımız var. Hasan Sezâî de bunlardan birisidir. Bize düşen onları farkına varmak, onları tanımak, inanç ve düşünce ile de ifade etmektir. Yahya Kemal’in de ifade ettiği gibi bizler ölülerimizle birlikte yaşarız.” dedi.
Tasavvufu ihsan ilmi, ihsanı da insanın Allah’ı görüyormuşçasına kulluk yapması olarak tanımlayan Prof. Dr. Himmet Konur “Tasavvuf gönül ilmidir. Gönül ilmi, gönül fethini başarmayı sağlayandır. Büyük cihat dediğimiz şey de insanın başta kendi nefsi olmak üzere o nefsin terbiye edilmesiyle başarılabilen ve insan açısından en zor işlerden birisidir. Tasavvuf ahlaktır, nefis terbiyesidir, olgun insan yetiştirme ilmidir. Hasan Sezâî’nin hayatı bu saydığımız hususları gerçekleştirmeye çalışmakla geçmiştir. O aynı zamanda iyi bir düzyazı ustası ve şairdir. Güzel konuşmuş ve güzel yazmıştır. İnsanın özü güzelleştikçe sözü de güzelleşmektedir. Selami Bey onun şairlik mahsulü üzerinde durdu, ben de düzyazıları üzerinde duracağım. Başlangıçtan itibaren İslam edebiyatında bir iletişim vasıtası olmak üzere mektuplar kullanılmıştır. Mektupların tasavvufi hayat açısından da önemi vardır. Mektuplar kişiye özel oldukları için içerisinde kişisel bilgileri barındırmaktadırlar. Hasan Sezâî’nin de yakın çevresine ve bazı devlet adamlarına yazdığı mektuplarının bir araya getirilmesiyle Mektubât kitabı derlenmiş ve günümüze kadar gelmiştir. Bu eserde Sezâî’nin elliyi aşkın kişiye yazdığı yetmişi aşkın mektup yer almaktadır. Mektubât-ı Hasan Sezâî adıyla 1789’da neşredilen eser, yakın geçmişimizde sadeleştirilerek yayınlanmıştır. Ben de bu hususta Hasan Sezâî ve Mektupları Işığında Tasavvuf Hayatı isimli bir kitap neşretmiştim. Mektupların genel teması manevi ve ahlakidir. Bunun yanında mektupların yazıldığı kişilerin hayatına ve dönemin sosyal yapısının da üzerinde durulmuştur. Dil ve üslup açısından kıymetli metinlerdir. Bir mutasavvıf şair olan Sezâî, mektuplarında kendi şiirlerinin yanı sıra Mevlana gibi isimlerin şiirlerine de yer vermiştir. Bu metinler hem edebi hem de tasavvuf değeri olan metinlerdir.” dedi.
Hasan Sezâî’nin bütün varlıkları bir gören, vahdet anlayışına sahip biri olduğunu dile getiren Prof. Dr. Himmet Konur, konuşmasını şu cümlelerle sonlandırdı: “Mektupların pek çoğu neşredildi. Bundan sonra yapılması gereken bunların birbiriyle karşılaştırılması suretiyle hem tasavvufi hayatı hem de beşer hayatının bütün yönleri açısından birbiriyle mukayese edilmesi gerekmektedir. Böylelikle ilim erbablarına bir fayda sağlayacaktır.”
İki gün süren ve toplamda 59 tebliğinin sunulduğu sempozyumu izlemek için Trakya Üniversitesinin resmî Youtube hesabını ziyaret edebilirsiniz.
Açılış Oturumu: https://www.youtube.com/watch?v=SVcJa-cafiY
1. Gün: https://www.youtube.com/watch?v=39A53VAAPJc
2. Gün: https://www.youtube.com/watch?v=Uk6ZVW0R5F8